Perşembe, Temmuz 29

l'auteur a débranché

Kahverengi tonlu fotoğrafların albümlere özenle yerleştirildiği zamanlardı. bir çekirdek ailenin çekirdek gibi bir kız çocukları olmuştu henüz. onunla aynı zamanlarda, yakın bi yerlerde bir başka minik aileninse soy devam ettirmeye niyetlenilmiş erkek çocukları hayat tenefüsüne çıkmıştı annesinin karnından.(7 dakika)

Hızla geçerken günler ve arada bir ufolar görülürken ülkenin bazı köylerinde, her gece, her hikayeyle gökten sayılı ve sağlam üç elma düşüyordu birilerinin başına. bir adam sırf hikaye anlatarak, -satmak üzere- bir araba elma doldurabilmişti, oysa (1 ay) elmanın diyetlerde pek işe yaradığı o zamanlar bilinmediğinden, çok da fazla talibi olmuyordu elmaların.

Çekirdek ailenin güzel bir kız çocuğu semtin ilk okuluna tek başına gidip gelirken, minik ailenin utangaç erkek çocuğu annesinin elini tutarak okula getiriliyor, akşamları babası tarafından eve götürülüyordu. Aynı okulun ayrı sınıflarında aynı doğum tarihine sahip iki ayrı insan türünün yeni jenerasyonları, genellikle hemcinsleri ile arkadaşlık kelimesinin anlamını öğrenmeye başlamışlardı.

Çekirdek ailenin bir güzel kızı ilkokulun son sınıfında okul müsamerelerine katılarak fotoğraf arşivine başka kahverengi ve sosyal fotoğraflar bırakırken, soy devam ettirmek isteyen ailenin minik erkek çocuğu da kendi arkadaş grubuyla beraber japon kale maç ya da tıfıl uzun eşşek oynayabiliyordu. gökten elma atan kişi o sıralar eğlence olsun, hikaye anlatan adam sevinsin diye havuç, nar, karpuz, vb. meyveler atmaya başlamıştı, adamsa manav açmakta hiç gecikmemiş, dekorasyona para vermemişti.

ortaokul yıllarında manav hariç aynı sınıfa düşen potansiyel hikaye kahramanları aynı kümede yer almakla kalmamış, birbirlerinin evlerine gidip gelmişlerdi. beraber ders çalışmışlardı, oyun oynamış, fıkra anlatmış, balıklara yem vermiş, kütüphaneye gidip çizgiroman okumuşlardı. (27 gün)

göğüsleri yeni yeni büyümeye başlayan ailenin çekirdeği güzel kız takdir alarak ortaokuldan mezun olurken, göğüsleri asla büyümeyecek olan minik ailenin soy devam ettirme misyonu taşıyan erkek çocuğu, teşekkür belgesini 2 puanla kaçırmıştı. siyah ve beyazın bir çok tonunu içinde barındıran fotoğraflarla mezun olmuşlar, karnelerle kişileştirilmişlerdi.

Çekirdek ailenin reisi konumundaki babası yaz tatilinde, kızını götürdüğü denizde boğulup ölünce, tamamen bir odaya kapanan çekirdek ailesiz eski sosyal, güzel kız neredeyse annesinden  başkasıyla konuşmaz olmuş, soy devam ettirme yanlısı ailenin artık minik olmayan oğulları ise okulu bırakıp artık yaşlanan babasının yerine kasapta çalışmaya başlamış, amaçsız büyümüş bir delikanlıydı o sıralarda. (34 gün) manavsa, anlattığı bi hikaye sonrası kafasına avakado düşmesi sonucu artık bir hikaye olmuştu.

genç ve soy devam ettirmek amaçlı kasap, daha çok dergi, kitap, ansiklopedi gibi kültür amaçlı yayınlara para harcarken, pek de parası olmayan eski çekirdek ailenin güzel ve biricik kızı da, herhangi bir gereklilikle evden çıktığında bile, yerde bulduğu bir kağıt parçasını okumadan geçmez olmuştu.

bu dışarı çıkışlar sırasında çekirdeğinin tek kabuğunu kaybetmiş ailenin bir güzel kızını beğenen mahalle efradı kıza "iki dirhem bir çekirdek" tanımlamasını çoktan yapıştırmışlar, sırayla istemeye gitmek için kura bile çekmişlerdi. iki dirhem kızsa hiç bir çekirdek ailenin teklifini kabul etmemiş, evlenmemek fikrinden dönmeyeceğini annesine kısa fakat ucunca açıklamıştı. (17 dakika)

ve bu olası hikayenin geleneksel muhteviyatı içinde karşılaşmaları şarttı elbette. iki dirhem bir çekirdek kız akşam yemeği için yağsız kıyma almak amacıyla girdiği kasapta bir zamanlar geniş zaman içlerinde beraber olduğu, artık eskisi kadar kuzu görünmeyen arkadaşını tanımakta gecikmemiş, soy devam ettirmek için dünyada var olan taze kasapsa, araya giren münferit ayrılığa lanet edercesine bir yakınlaşmak ihtiyacı hissetmiş; (19 dakika) fakat yağlı elleri, önlüğü, yüzü ötesinde, eski iki dirhem kızın artık eskisi gibi güleryüzlü olmadığını, hatta bıkmış, yorulmuş, terkedilmiş hissettiğini anlamış ve bundan dolayı uzak durmayı yeğlemişti. kuğuları öldüren bir kaç dakika sessizlik tahta geçerken, diğer tüm kardeş alternatiflerini boğdurtmuş, olay mahallindeki iki tesadüf insanın gözlerinde "beraberlik yılları", isimli anı filmi, sessizliğin makinist olmasıyla tekrar vizyona girmiş, yüzlerdeki şaşkın ifade de, yüzü çoktan gevşek ve sevecen ifadelerin oturması için terketmişti. (4 sene)

en nüfuzlu müşterilere ve daha öncelikli olarak aile efradına takdim edilmek üzere zulalanmış yağsız kıymalardan (11 dakika), renk ve ton olarak da belli bir çekiciliği bulunan bir miktarını eli ayağı birbirine dolanarak kenara ayırmaya çalışan baba ocağının bir sonraki müstakbel tüttürücüsü, (57 dakika) ardı sıra tezgahın üstündeki raflardan özel ambalaj kağıdı almaya çalışırken, destek almak için ayağını bastığı et çekme makinasının aniden kaptığı, amcasının "yiğide bu yakışır" diyerek hediye ettiği halis muhlis Çarşamba işi yumurta topuk pabuçlarından birinin çıkardığı sesle irkildi ve titreyerek raflardan aklını başına alıp, tekrar yeryüzüne indi. iki dirhem ve hatta bir çekirdek kadar doyulmaz kız, uzun zamandır ilk defa başını yerden kaldırıp gülümserken, sakar kasap yüreğinin kısadevre yaptığına dair "zöt, zötürt" diye sesler geldiğini farkedip, yıllardır başına gelen en güzel şeyi, illa ki ilahi bir peri gülümsemesini japon çizgi filmi gözleriyle izliyordu, gözbebekleri titriyor, elleri titriyor, ağzı gülüp gülmemek arasındayken bir sinüs dalgasına dönüşüyor, yüreği zaten kısadevre, çocuk helak oluyordu. bunu farkeden ikiden dirhem tek çekirdek kız, (14 dakika) kasap olarak görmekle şaşırdığı eski arkadaşının, kendisi karşısındaki bu heyecandan çok helecanlı, şaşırmışdan çok sapıtmış haline bakıp bakıp, she-ra'nın güç toplaması gibi faili aşikar bir enerjiyle doluyordu sanki. tam olarak öyle değil ama, sanki işte... hemen tezgahın üzerinde duran bardağa, yine tezgahın üzerinde duran belli ki sırf bunun için konulmuş sürahiden biraz su doldurup, suyu halen rezonans halinde olan yürekten breakdans'çı kasap, eski arkadaşının yüzüne fırlattı.

suratına suyu yediğinde, irkilip kendine gelen soydan kasap, irkilip kendine gelene kadar, yağsız bir çekirdek kadar düzgün fizikli kızın dükkana girişinden şu anda bulunduğu ana kadar olanları gayet ağır çekimde gözlerinin önünden geçirdi, yetmedi bir daha, olmadı bir daha (3 saat) ve özür dileyerek derin bir nefes aldı. sonra ikisi de güldüler birbirlerine bakıp, ikisi de ikisinin de kafasında, biraz cızırtılı bir sesle, emel sayın'dan "gülmek sana yakışıyor" şarkısı  terennüm ediliyordu. (3 gün)

kasapoğlu kasap, içinde bulunduğu bu garip duyguların yabancılığına yenilip ani bir telaşla hemen eti hazırladı, bu arada hatırladı ki, eskiden çizgi-roman bile okuyorlardı beraber. daha sabah dükkana gelirken aldığı tarkan cildinin ortasına bir kağıt serip, eti tarkan cildine sardı, buna bayağı uğraştı ama becerdi. eti poşete koyup uzattı hayallerine doğru, hayalleri eti aldı ve o da parasını uzattı, kendini mutlu hatırladığı geçmişine doğru. (1,5 saat) geçmiş parayı almadı, hayalleri üsteledi, hayallerin yaptığı yemekten geçmişine de bir tabak getirmesi biçiminde bir anlaşma yaptılar. kız genelde eti annesinin marketten aldığını, çok fazla dışarı çıkmadığını anlattı, oğlan zaten bir buçuk haftadır dükkana bakmaya başladığını, ondan evvel kendisinin de pek dışarı çıkmadığını belirterek aslında şimdi belki biraz daha sık sık karşılaşabileceklerini söylemiş oldu alttan alta.

kız sadece gülümseyen gözleriyle bu görüşmenin kendisinde yarattığı duygulara dair söylemesi gereken her şeyi ve söylemesine gerek olmayan şeyleri bile söyleyip dükkandan ayrılırken, kasap şaşkın bakışlarında kilitlenip kalmış gözbebeklerini zar gibi sallayıp, kısa metrajlı film izlemişçesine herkülerek tek dirhem yek çekirdek kıza beklemesini söyledi. duralayınca kız, hemen koşupverip, sabahtan atatürk meydanı'ndaki bir çingeden alıp, özenle vitrindeki kuzuların kıçlarına yerleştirdiği karanfilleri topladı ve demet yaparak kızın eline tutuşturdu. (2 saat)
...
sonra bunlar evlenmiş işte. habire vuruşmuşlar, sokmuş çıkarmışlar, absorbe etmişler sabah akşam.
...

bir şey yazmaya kalkıyorsun beşşüzbin kere bölünüyor, insanda istek, arzu, kafa kalmıyor işin aslı. e, işe de gelmek zorundayız. skeyim böyle işin ıstırabını o zaman ben. ne de güzel olacaktı bitseydi... bi avakodo da benim kafama düşse de, bitse şu çile be.
 
ha, o süreler ney, belli işte, bunu yazmaya başladıktan sonra, araya ne kadar "ara" girdi, onun süreleri. yuh tabii. yuh. 

3 yorum:

  1. "(4 sene)" parantezinden sonra kendimi toparlayamadım bir daha, devam edemedim okumaya. Belki 4 sene sonra.

    YanıtlaSil
  2. Gerçekten de yuhmuş abi. Sana Mansur Ark'tan şu şarkıyla seslenmek isterdim aslında:

    Girdi mi ("ara" yani), gazla gitsin,
    O seni hâlâ düşünüyor zannetsin

    ama herkes Mansur Ark gibi gazlayamıyor işte. Eski büyük romancılar o zamanki zamanlar şimdikinden daha yavaş aktığı için öyle güzel romanlar yazmışlar herhalde. Yılmaz Güney mesela en güzel filmlerini hapisanedeyken, araya girecek pek birşey yokken yazmış. Bir çok şairimiz keza, hapishanelerimizde şair olmuşlar. Aman mapushane, canım mapushane, sanatın ve sanatçının dostu şirin mapushane :p

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil