Yatağımın sol tarafını duvara yaslamam bile günboyunca yaşadığım o tarifsiz sıkıntı ve herşeye sinirlilik halinin geçmesini sağlayamıyordu artık. Kendimi eksik, cahil, hatta cühela, kısacası öküz bir insan olarak hissediyor, bundan müthiş bir sıkıntı ve öfke duyuyordum. Çözemedeğim bulmacaları yırtıp atıyor, içinde bilmediğim kelimeler geçen cümleler kuran insanlara içimden ana avrat düz gidiyordum.
Çözüm arayışlarımın bir döneminde kendimden yaşca küçük insanlarla, net konuşmak gerekirse ilkokullu veletlerle, arkadaşlık kurmayı denedim. Nerede bir çocuk görsem hemen yakınlık kuruyor, "Kaç yaşındasın?", "Kaça gidiyorsun?", "Zayıf var mı?", "Kuş kalkıyor mu?", "Manitan var mı lan kerata?" gibi klasik sorulardan sonra; veletlere sorulan, beni de zamanında az sinir etmemiş basit zeka soruları soruyor, velet cevabı bilemeyip afallayınca mutlu oluyor, o salak sorunun cevabını velete en ince detayında anlatırken adeta kendimden geçiyordum. Ta ki o veletle, sorduğum soruların hepsini bilip ardından "Bu tür basit ve yıllardan beri sorulan soruları sorarak benimle birşeyler paylaştığını mı düşünüyorsun? Amacın beni eğlendirmek mi, yoksa aslında kendini mi tatmin etmek istiyorsun?" diyen o çokbilmiş piç kurusuyla karşılaştığım o boktan güne kadar epey işe yaradı bu.
Esra Ceyhan ve Savaş Abi'nin programlarına telefon bağlantısı kurmayı denedim sonra. Bu da gayet güzel gidiyordu. Ortaya salak bir genelleme atıyor, ardımdan telefon açanların ve stüdyo konuklarının saatlerce bu salak genellemeyi tartışmasını izlerken tatminlerden tatminlere koşuyordum. (Bir keresinde gülmekten kendimi tutamayıp battaniyeyi ısırmıştım). Fakat bir müddet sonra sesim izleyiciler tarafından tanınmaya başladığı için -her ne kadar katılımımdan memnun olsalar da- beni programlarına almayı kestiler bu abi ve ablalar. Bu macera da böylece bitmiş oldu.
Bana en büyük tatminlerimi yaşatacak internet'i keşfettim sonra. Romantik bir kisve vermiştim kendime. O tartışma forumu senin, bu arkadaşlık sitesi benim geziyor, "Basur Nedir Nasıl Tedavi Edilir?" gibi başlıklara bile romantik yorumlar giriyordum. Ünüm o kadar artmıştı ki, günde onlarca kişiyle tanışıyor; hayat, aşk, yalnızlık vesaire üzerine saçma salak sözler söylüyor, bunların yüzde ellisini kendime hayran bırakıyordum. Arada bana küfür edenler, hakkımda uzun analiz yazıları yazanlar da çıkıyordu elbette, ama bunlar keyfimi ve ünümü arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. (Ahhah ha). İnternete bağlanmamı sağlayan şerefsiz ISP'nin, kızının ICQ loglarını inceleyen bir babaya açık adresimi vermesiyle boğazımda düğümlenen kahkahalarım bu müthiş günlerin de sona erdiğinin habercisi olmuştu.
Kendimden salak insanları bulmanın daha başka yollarını umutsuzca düşündüğüm günlerden bir gün aniden beynimde bir şimşek çaktı. Sorun kendimdeydi, o zaman çözümü başkalarında aramak anlamsızdı. Çünkü çözüm de kendimde olmalıydı. Evet ya, neden aklıma hiç gelmedi ki bu? Kendimi cahil cühela hissetmemin nedeni tamamen kendimdim...
Hemen kalkıp mobilyacılar çarşısına gittim, ortaboy, meşeden, güzel bir kütüphane alıp eve getirdim. Evin en güzel köşesine zevkle kurdum. Kütüphanenin dibinde mışıl mışıl uyumuşum.
Ertesi gün büyük kitapçılardan birine gidip onlarca bilim, felsefe, edebiyat, tarih, sosyoloji ve şiir kitabı aldım. Kitapçıdakiler beni o kadar sevdiler ki bir de klasik romanlar serisi hediye ettiler (Paranın gözü körolsun). Yaklaşık iki saatimi kitapları kütüphanenin raflarına dizmeye ayırdım. Felsefe kitapları sağda, hemen yanında sosyoloji kitapları duruyor... Aynı kategoriye ait kitapları da boylarına göre dizmek lazım...
O kutlu günden beri çok mutluyum. Kendime güvenim tam. Aklıma geldikçe, gözüme çarptıkça elime bir kitap alıyor, sayfalarını şöyle bir çevirip kitabın ruhunu içime çekiyor, sonra yerine koyuyorum. Bu kitapların hepsi benim ve biliyorum ki birgün mutlaka hepsini okuyacağım. Yani okumasam bile istediğim an okuyabilme şansım var en azından değil mi? İstesem ben de o çokbilmiş arkadaşlarım gibi çokbilmiş olabilirim. Bir iki saatime bakar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder